ÇOCUĞUM MASTÜRBASYON YAPIYOR NASIL DAVRANMALIYIM?

03:09 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar


Mastürbasyon konusu toplumları uzun süre düşündürmüş ve çeşitli tartışmalara neden olmuştur. Toplumların yapısına göre normal veya anormal olarak kabul edilmiştir. Bu gün yaygın olarak kabul edilen görüş, çocuğun bu konuda bilinçlendirilmesi şartıyla ergenlik döneminden başlamak üzere mastürbasyonun normal olduğu yönündedir.

Çocuklarının mastürbasyon yapması anne-babaları çok kaygılandırır hatta dehşete düşürür. Hâlbuki küçük çocuklarda mastürbasyon çok yaygındır ve pek çok çocuk için mastürbasyon son derece sağlıklı ve doğal bir davranıştır. Çocukların gösterdiği bu davranışa aslında mastürbasyon denmesi doğru değildir. Bunu cinsel organla oynamak diye adlandırmak daha doğru olacaktır. Küçük yaştaki çocuklar, cinsel organlarıyla, tıpkı parmakları veya kulaklarını ellerken duydukları kayıtsızlık içinde sadece meraktan oynarlar Mastürbasyon çocuğun cinsel organını zevk ya da rahatlatma amacıyla uyarmasıdır. En erken 17-18. ayda ama en sık 3-5 yaş arasında görülür.

Mastürbasyon olayını yasaklamanın hiçbir akılcı nedeni de yoktur. Bu, sağlığa kesinlikle zarar vermez. Hatta ortaya çıkışı iyi bir işarettir. Kendilerini doyuma ulaştıramayan çocuklar ya bedensel olarak hastadırlar ya da psikolojik gelişmenin eksikliği yüzünden yetersizdirler. Mastürbasyon tekniğini keşfetmiş bir çocuğun bu işi sık sık uygulaması ana-babayı kaygılandırmamalı.

Üç-dört ve beş yaşındaki çocuklar sevgi duygularını bedensel biçimlerde de gösterirler. Sevdikleri yetişkin kimselere sarılır veya göğüslerine yaslanırlar. Gerek kendilerinin gerekse de başkalarının vücutlarına ilgi duyarlar, arada sırada sevdiklerini görmek ve ona dokunmak isterler. Onun içinde doktorculuk oynamaya bayılırlar.

Bir çocuğun mastürbasyon yaptığını anlamak için bazı tipik davranışlarını gözlemek gerekir. Nadiren cinsiyet ve üreme organlarıyla oynuyorsa mastürbasyon yaptığından şüphe etmek gereksizdir.


Bu belirtiler şunlardır;

·     Cinsel organlarıyla oynuyorsa, elini sık sık cinsel organlarında görüyorsanız,

·     Bilinçli veya bilinçsiz eline aldığı nesneleri cinsel organlarına sürtüyorsa,

·     Binme temeline dayanan oyuncaklara özel bir ilgi gösteriyorsa

·     Halı üzerine yüzükoyun yatıp sürünüyorsa,

·     Herhangi bir oyuncağın üzerine yatarak halıya kapaklanıp bir süre kalıyorsa,

·     Sandalye, koltuk, masa kenarlarına cinsel organlarını sürtüyorsa,

·     Sık sık odasına gidiyorsa,

·     Yalnız kalmak istiyorsa ve odasına girdiğinizde cinsel organlarıyla oynadığı gözleniyorsa mastürbasyondan söz etmek mümkündür.

Anne Babalar Bu Konuda Neler Yapabilirler

Hedeflerinizi belirlerken gerçekçi olun. Mastürbasyonu tamamen sonlandırmak imkânsızdır. Çocuğunuzun artık kendini rahatlatan noktayı bulduğunu ve ona keyif verdiğini kabul etmelisiniz. Kontrol edilebilecek tek şey çocuğunuzun bunu nerede yaptığıdır. Çocuğunuza mastürbasyonun doğal bir davranış olduğunu, fakat tıpkı burnumuzu temizlemek ya da tuvalet ihtiyacımızı gidermek gibi özel bir davranış olduğunu, bu nedenle de insanlar önünde yapamayacağını açık olarak ifade etmelisiniz. Aksi halde tamamen görmezden gelirseniz çocuğunuza her yerde özgürce yapabileceği mesajını vermiş olursunuz.

Çocuğun ilgi çekme gereksinimi karşılayacak bir yaklaşım biçimi içine girmek son derece yararlı olacaktır. Çocuğunuzun yaptığı hemen her olumlu davranışı fark edip ilgilenmek, olumlu olacaktır.

Çocuğunuz ellerini cinsel organlarına götürdüğünde, “çek elini oradan, bir daha görmeyeyim” gibi ifadeler kullanmak yerine ellerini kullanacağı başka etkinliklere yönlendirmek yararlı olacaktır. Örneğin “Bana bir bardak su verir misin?” veya “Hadi gel birlikte resim yapalım.” diyerek ellerini kullanacağı başka etkinlikler yapmasını sağlayabilirsiniz.

Evde kardeş var ise ve mastürbasyon yapan çocuğunuzdan küçükse (veya yeni doğmuşsa), bir nedende bu olabilir. Eğer çocuğunuzu iyi gözlerseniz, küçük çocukla ilgilendiğiniz zamanlarda bu davranışın arttığını görebilirsiniz. Bundan dolayı küçük kardeşin işlerini yaparken bir köşede yalnız kalmasını beklemek yerine ondan yardım isteyebilir, onu meşgul edebilirsiniz. Böylece çocuğunuzla hem ilgilenmiş hem de kardeş kıskançlığını azaltmış olursunuz.

Son olarak;

·                 Kardeşiyle onu karşılaştırmayın,

·                 Çocuğunuzun olumlu özelliklerini ön plana çıkarın,

·                 Çalışmalarını övgüyle karşılayın,

·                 Çocuğunuza olan sevginizi her zamankinden daha fazla hissettirin,

·                 Azarlama, tehdit etme, cezalandırma gibi davranışlardan uzak durun.

Ne Zaman Bir Uzmana Başvurulmalıyım?

Bazen çocuklarda mastürbasyon çocuğun yaşadığı huzursuzluğun, mutsuzluğun göstergesi olabilir. Eğer çocuğunuzun mastürbasyon yapması onun sosyal yaşamını etkiliyorsa ve yukarıda sözü edilen yöntemler işe yaramamışsa ve en önemlisi çocuğun ruh sağlığından endişe ediliyorsa mutlaka bir uzmanın yardımına başvurmak gerekir.

0 yorum:

Geç Konuşan Çocuklar

01:20 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 1 Yorumlar



ÇOCUK KONUŞMAKTA NEDEN ZORLANIR? NE YAPMAK GEREKİR?
Günümüz çocuklarının bir kısmında gelişimin gecikmesi, ailelerde kaygılar yaratıyor. Bu sorunlardan bir tanesi olan geç konuşma da ne yazık ki zamanımızın önde gelen sorunlarından biri. Çekirdek aile olgusunun gittikçe arttığı ve bireyselliğin ön plana çıktığı toplumumuzda çocukların az sayıda insanla bir arada büyümesinin bazı sınırlılıklarını görüyoruz.. Küçük ailelerde çocuklar konuşmaya zorlanmıyor. Anneyle arasında kurduğu bağda; anneler genellikle çocuğun işaretlerinden isteklerini anlıyorlar ve anında karşılıyorlar, böyle olduğunda da çocuklar konuşmaya ihtiyaç duymuyorlar.

Çocuk konuşma gereksinimi duymadan konuşmaya yeltenmez. Konuşmaya onu yönlendirmek için günlük yaşamda; duygu, düşünce ve istemlerini ortaya koyarken kullandığı sessiz jest, mimik ve işaretleri ödüllendirmeden kaçınılmalıdır. Bu tür devinimleri karşılıksız bırakmalı, anlamıyormuş gibi davranılmalıdır. Böylece çocuk sözel olarak duygularını anlatmaya girişim yapma gereği duyacaktır, bu süreçte çıkardığı ses ve kelimeler anında ödüllendirilerek daha sonra tekrar yapması için motive edilmeli ve sabırlı olunmalıdır.

Çocuğun ilk iletişimde bulunduğu kişiler anne ve babasıdır. Bu nedenle onların kullandığı dilin kalite ve içeriği çocuğa yansır. Çocuk sürekli çevresindeki kişilerin kullandığı dili taklit eder, onlar gibi konuşmak ister. Bu nedenle çocuğun yakın çevresinde olan anne, baba ve kardeşlerin ev ortamında yapılan bir işi ya da durumu yüksek sesle ve tane tane anlatmaları çok yarar sağlar.
Anne ve babalardan sonra konuşma gereksinimi yaratan en önemli kişi bakıcı ya da öğretmendir. Çocukla iletişim kurarken, kısaltılmış ve basitleştirilmiş konu örneklerine önem verilmelidir. Şu unutulmamalıdır ki; konuşma dilindeki bütün sesleri çıkarabilir duruma gelmeden konuşmayı kazanmak olanaksızdır. Bu nedenle çocuğun çıkarabileceği ve çıkaramadığı sesler belirlenmeli, çıkaramadığı sesler tek tek sabırla öğretilmelidir. Bu çalışmaları yaparken çocuğun dikkatini çeken oyun yöntemlerinin uygulanması çok yarar sağlayacaktır.

Unutulmamalıdır ki konuşamayan çocuk yaşıtlarına göre daha hırçın, daha saldırgan ya da daha içe kapanık olabilir. Kendisini ifade edemeyen çocuğun davranışlarındaki bu gerileme oldukça normaldir ve konuşmayla birlikte bu davranışların yavaş yavaş yok olduğu gözlenmektedir.

ÇOCUĞUN KONUŞMA VE İLETİŞİM YÖNÜNDE GELİŞİMİNİ HIZLANDIRMAK İÇİN YAPILABİLECEKLER.
  • Çocuğa, sevgi ve huzur dolu bir aile ortamı hazırlamak,
  • Çocuk ile ilgilenmek ve sevildiğini hissettirmek,
  • Çocuğun bedensel ihtiyaçlarını (yemek, uyku,temizlik) karşılamak,
  • Yaşı ne olursa olsun, çocuk ile sık konuşmaya çalışmak,
  • Yaşına uygun şekilde onunla oyun oynamak,
  • Çocuk ile birlikte vakit geçirmek,
  • Mümkün olduğunca yaşıtlarıyla oyun oynamasını sağlamak,
  • Sık sık sosyal ortamlara sokmak,
  • Çocuğa hikaye, masal anlatmak, ninni söylemek,
  • Onun size gönderdiği ses ve mesajlara cevap vermek,
  • Bir nesneyi eline aldığında, ona bu nesneyle ilgili bir şeyler anlatmak,
  • TV karşısında çok uzun süre kalmasını engellemek,
  • Onun işaret ile anlattığı isteklerini, onunla konuşarak yönlendirmek ve anlatmasını sağlamak,
  • Onun fikirlerine değer vermek ve kararlarına saygı göstermek
  • Ona zamanlar ayırmak ve onunla resimler üzerinden bol bol konuşmak,
  • Konuşma zorlukları gördüğünüzde onun dikkatini konuşma zorluklarına çekmemek.




1 yorum:

Dikkat! Panik Atak Olabilirsiniz

01:09 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar



Danışan: “Evlenmek üzereydim, eşimi ailemle tanıştırmaya götürmüştüm ve ilk atak beni şehirler arası otobüste yakaladı. Bir şeylere konsantre olmaya çalışıyordum fakat yavaş yavaş kontrolü kaybettiğimi hissettim. Kalkıp su içmek iyi bir fikir gibi geldi, kalktım koltuktan otobüsün koridorunda arkaya doğru ilerledim birden bire her şey yok olmaya başladı, kalp atışlarım hızlandı, ter boşaldı ve ben ölüme yaklaştığımı hissettim. İnanılmaz bir daraltı, ölüm korkusu ve nefes darlığı vardı. Kız arkadaşıma otobüsü durdurmasını söyledim, gittikçe her şey fluleşiyor anlamını yitiriyordu. Deliriyorum zannettim”.

“Daha sonraki dönemlerde tetikleyicileri keşfettim ve onlardan uzak durmaya başladım. Mesela artık otobüse binemediğim gibi, trene, dolmuşa hatta ve hatta uçağa binemedim. Gittikçe hayat standartlarım düşmeye, kendimi her şeyden uzaklaştırmaya başladım, bunu fark ediyordum ama yine de kendimi alamıyordum”

Atakların tekrarlaması an meselesidir ve ataklar tekrarlar. Hasta, her yeni atak ile aynı dehşet ve korkuyu yeniden yaşamaya ve acil servislere taşınmaya başlar. Yeniden muayene, yeniden incelemeler yapılır ancak hiçbir şey bulunmaz. Hasta, kalbinde ya da beyninde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bir türlü bulamadığına inanmaya başlar. Bazen de yanlış tanı konularak hasta, antibiyotikten nefes açıcıya, çarpıntı ilacından tansiyon ve kalp ilacına, vitamine kadar değişik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır, hatta anjiyo yaptıran hastalar bile vardır, ancak bir türlü iyileşemezler.

Ataklar tekrarladıkça, hasta, ataklar arasındaki dönemde gergin, huzursuz ve endişeli bir şekilde her an yeni bir panik atağının geleceğini beklemeye başlar. Bu endişeli bekleyişe “beklenti anksiyetesi” adı verilir. Atakların çoğu zaman belirsiz zaman ve yerlerde gelmesi bu kaygıyı daha çok arttırır. Ataklar sıklaştıkça, kalp krizi geçirip ölme, felç olma ya da kontrolünü kaybedip çıldırma korkuları pekişir.

Hastalar, evde kimsenin olmadığı bir zamanda kalp krizi geçirmekten ve hastaneye ulaşamadan ölmekten ya da kontrolünü kaybederek çıldırıp intihar etmekten, kendisine ya da yakınlarına bıçak ve bu gibi bir şeyle zarar vermekten, başkalarının bulunduğu ortamlarda çılgınca ve garip davranışlarda bulunarak rezil olmaktan şiddetle korkar. Bu düşüncelerin sürekli aklına gelmesinden dolayı da yoğun bir üzüntü duyarlar.

Yoğun davranışlar değişiyor: Bir süre sonra ataklara ve ataklar sırasında gerçekleşeceğine inandıkları ” felaketler” e karşı bazı önlemler almaya ve kimi davranışlarını değiştirmeye başlarlar. Ataklara neden olabileceğini düşündükleri etkinliklerden, yiyecek ve içeceklerden vazgeçerler. Ataklara karşı evden çıkarken alkol / madde/ ilaç / kullanırlar. Ataklar sırasında kullanmak üzerede yanlarında ilaç, su, yiyecek v.b. taşırlar. Ataklar sırasında olabileceklere karşı önlem alırlar. Bu hastalar, gerektiğinde acil yardımı çabuk alabilmek için bütün günlerini hastane bahçesinde geçirmeyi ya da güzergahlarını muayenehane, eczane ve acil servis bulunan yerlerden seçmeyi tercih ederler.

Panik atak nedir? Bu ataklar sırasında neler olmaktadır?

Panik atak aniden ortaya çıkan ve genellikle on dakika içinde doruk noktaya ulaşan, yoğun korku ya da rahatsızlık duyma dönemidir. DSM-IV’e göre bir panik atağın varlığında söz etmek için aşağıdaki 13 belirtiden en az dördünün (ya da daha fazlasının) bulunması gereklidir.

1.      Çarpıntılar, kalbin güçlü atması, ve ya kalp atışlarının hızlanması
2.      Terleme
3.      Titreme, sarsılma
4.      Boğulma ve ya nefessiz kalma duygusu
5.      Boğaza bir şey kaçmış da boğuluyormuş korkusu
6.      Göğüs ağrısı
7.      Mide bulantısı, karında rahatsızlık
8.      Derealizasyon (Gerçek değil ya da hayalmiş duygusu), veya depersonalizasyon (kişinin kendinden ayrılması duygusu)
9.      Delirme ya da kontrolü kaybetme korkusu
10.  Ölme korkusu
11.  Karıncalaşma, uyuşma, hissizleşme
12.  Üşüme ve ya ateş basması


Başta panik bozukluk olmak üzere birçok psikiyatrik bozuklukta ve bazı fiziksel hastalıklarda görülen yoğun korku, kaygı, yoğun endişe karışımı bir nöbettir. Kalp krizi ya da damar tıkanıklığı değildir.
Günümüzün değişken yaşam ortamlarında, yaşam kaygılarının artması, maddi ve manevi kaos ile belirsizlik durumunun yarattığı “hiçlik duygusu”nun çoğalmasıyla paralellik gösteren panik atak, tüm dünyada toplum sağlığını tehdit eder boyuta gelmiş durumdadır. “Psikolojik bir sendrom” olarak tarif edilmesine karşın, hasta, çoğunlukla yaşadıklarının gerçekten fiziksel kaynaklı sorunlar olduğunu ama kimsenin hastalığının gerçek sebebini bulamadığını düşünmektedir. Doktorların hastanın durumuna “psikolojik” tanısı koymasının ardından, bu sefer de bilinçsiz hasta yakınlarının tavrı hastaya zarar vermektedir. Panik atağın önemsiz bir sorun olduğunun düşünülmesi ve kişiye “hastalık hastası” yakıştırmasının yapılması panik ataklı hastanın durumunu zorlaştırmaktadır. Kendisini yalnız ve çaresiz hisseden hasta ise kısır döngü içine girmektedir.

Özellikleri:
Hastalığın başlangıç yaşı değişkenlik göstermektedir. Çocuklarda çok nadir ortaya çıkan hastalığın ilk ortaya çıkış yılları 18-25 yaş arasıdır. Hastalık 30-40’lı yaşlarda yüzünü ciddi biçimde göstermektedir. Genellikle hastaların hayatlarındaki bir şeyi değiştirmek üzere oldukları zamanlarda gözlenir; evlilik, aileden ayrılıp başka bir bölgede yaşamaya başlama, üniversite yaşamı, iş değiştirme, topluluk karşısında konuşma yapma vb. durumlarda ortaya çıkar.

Panik atağın genetik olup olmadığı konusunda herhangi bir bulguya rastlanmamıştır ancak bazı fizyolojik rahatsızlıkların panik atağı tetiklediği araştırma sonuçlarından elde edilmiştir.Panik atak krizi geldiğinde 5-45 dakika sürmekte ve şiddeti hastadan hastaya değişmektedir.

Panik atak hastanın yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Krizler ve ölüm korkusu gibi nedenlerle hasta evde tek başına kalamamak, tek başına dışarı çıkamamak gibi olumsuzluklarla karşılaşmaktadır. Sürekli başına kötü bir şey geleceği ve yabancıların ona yardım etmeyeceğinden korkan bazı hastalar mesleklerini sosyal hayatlarını bırakmak zorunda kalabilmektedirler. Hasta bazen bilinç altında biriktirdiği korkularını sanki gerçekmiş gibi görebilir. Korkuların ve yaşananların ciddiye alınmaması ise ailevi ilişkilerin zedelenmesine dahi yol açabilmektedir. İzole bir hayat yaşayan hastaların durumu ise ağırlaşmaktadır.

Panik atakla panik bozukluk aynı değildir. Panik bozukluk kalp krizi geçireceğini, öleceğini, atakların tekrar olacağını, felç geçireceğini düşünerek sürekli endişe, korku içinde bulunma şeklindedir. Başka bir rahatsızlığa bağlı olarak ortaya çıkmaz.

Tedavi

Panik atak tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Hastaya öncelikle hastalığı nasıl kontrol edebileceği öğretilmektedir. Bunu başarabilen hasta ilerleyen zamanlarda panik atağı tamamen hayatından çıkartabilmektedir.

Panik atak tedavisindeki en büyük sorun hastanın fiziksel bir rahatsızlığı olduğuna inanması ve bu nedenle psikolojik desteği geç aramasıdır. Yapılan araştırmalar, panik atak tanısı konulan hastaların yüzde yetmişinin hastalığın ne olduğunu bulmak için en az on doktora gittiğini göstermektedir. Birçok defa tam sağlık denetimi (check-up) yaptırmış ve gereksiz bir sürü ilaç kullanmış olan hasta doğru yere geldiğinde panik atak teşhisi koymak ise kolay olmaktadır. Psikiyatristler ve psikologlar tarafından tedavi edilen ve dönem dönem ilaç kullanılmasını da gerektiren tedavi aşamasında hastanın doktoruna güvenmesi çok önemlidir. Güven duyulan ve rahat hissedilen bir uzmana gidilmesi tedavi sürecini hızlandırabilmektedir.

Tedavi sırasında nefes ve rahatlama egzersizleri, atağın üstüne gitme teknikleri ve kas gerginliğini yok etmeye yönelik alıştırmalar hastaya öğretilmekte ve uygulanmaktadır. En sık kullanılan psikoterapi tekniği bilişsel-davranışçı terapi tekniği ve EMDR terapi tekniğidir. Panik atağın bir hastalık olduğu kavranmalı, buna göre tedaviye devam edilmelidir.

Tedavi yöntemleri

Farmakoterapi (İlaçlı tedavi): Teşhisi konulan Panik Atak hastalarına uygun ilaçlar verilerek tedavisini öngörür.

Psikoterapi: Hastalığın tamamen ortadan kalkması için önerilen tedavi yöntemidir. Hastanın, olanları anlamlandırması ve kontrolü ele alması önemlidir. Panik atakla çalışırken bir çok tedavi tekniği kullanılır. Bu; uzmanın profesyonelliğine ve hastanın hayat öyküsüne bağlı olarak değişir.

Kullanılan teknikler;

Bilişsel-Davranışçı Psikoterapi;

Dinamik Psikoterapi,

Hipnoz,

EMDR( Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden Yapılandırma)
EMDR ve Panik Atak Tedavisi:

EMDR travmalarla, stres ve kaygı bozukluklarıyla çalışırken kullandığımız bir tekniktir. EMDR tekniğiyle çeşitli semptomlar ve hastalık gruplarıyla çalıştık ve bir çok hastamızın tüm semptomlarının ortadan kalktığını ve hayatlarına normal  bir şekilde devam ettiklerini gözlemledik. Kısa sürede sonuca ulaştıran bir teknik olmasıyla son zamanlarda tercih edilen bir yöntemdir.

0 yorum:

ANNE ÇOCUK İLİŞKİSİ

02:01 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

"12 yaşında bir oğlum var sorumluluklarını bilmiyor, son zamanlarda her şeyi oldukça boşladı, ne yapacağımı bilmiyorum. Aslında her şeyi denedim bir türlü ona sorumluluklarını öğretemedim. Ders çalışmasını ben söylüyorum, odasını toplamasını ben söylüyorum, ben söylemeden hiçbir şey yapmıyor."
 
"2. sınıfa giden bir çocuğum var ama oldukça ürkek, kendisini hiç belli edemiyor, sınıfta da yokmuş gibi kayboluyor, biriyle konuşacağı zaman çok tedirgin oluyor ve kilitlenip kalıyor. Özgüveni hiç yok her işini bana yaptırıyor."
Son zamanlarda en çok duyduğum anne serzenişlerini sizinle paylaşmak istedim. Ne yazık ki günümüzde; ürkek, korkak, tedirgin, sorumluluklarını bilmeyen bir grup çocuk ve genç yetişiyor. Aileler çözümsüz ve çaresiz kalıyor ve bir süre sonra bu durum çocuğun yaşam tarzı haline geldiğinde bunun sonuçlarına birey olarak katlanmak zorunda kalıyor.
 
Çocuk ve üveyanne ilişkisi
Peki neden bizim çocuklarımız böyle?
Kontrolcü annelerin çocuklarında sık sık gözlemlediğimiz şeyler bunlar. Çocuğunuz henüz 1 yaş civarında özerkliğini kazanmak için mücadele vermeye başlar, bireyselleşmek ister. İlk yürümeye başladığı anı hatırlayın, ya da çekmeceleri kurcalamak istediği zamanları. Oradaki tutumunuz ‘çocuğum zarar görmesin diye onu biraz engelledim galiba’ şeklindeyse sorun buradan başlıyor demektir. Çocuklar özerkliğini ilan etmeye çalıştıkları bu dönemde bakım veren tarafından engellenir (fiziksel ya da duygusal bir engelleme olabilir) ve girişimleri karşılığında bakım verenin tutumu karşısında hissettiği duygu suçluluk olursa çocuk yavaş yavaş girişimlerinden vazgeçmeye başlar ve bir felaket beklentisi, içerisine girer. Yaşamının bundan sonraki evrelerinde tüm girişimlerinde engellenme tehdidiyle karşı karşıya kaldığını düşünerek eylemde bulunma konusunda zorlanacaktır.
 
Eleştirel ve mükemmelci  yapıda olan anneler; çocuklarından hep daha iyisini yapma beklentisi içinde olurlar ve var olanı sürekli eleştirirler. Sürekli eleştiriye maruz kalan çocuk zamanla doğruyu yapıp yapmadığından emin olamadığı için hep tedirgindir ve yaptığı her eylemde bir başkasının gözüne bakarak onaylatmak isteyecektir .
 
Nasıl davranmalıyız?
Çocuklarımızın dünyaya geliş sebebi biz olabiliriz ama onların bir birey olduğunu kabul etmekle işe başlamak doğru olacaktır.
 
Kendi kafamızdakini onlara yansıtıp beklentilerimizi karşılamalarını beklemek yerine onların bir dünyası olduğunu ve o dünyada özgür olmaları gerektiğini düşünmeliyiz.
 
Çocuklardaki gelişim dönemlerini dikkate alarak, gelişim dönemi özelliklerine büyük bir hassasiyetle yaklaşmalıyız.
 
Eğer çocuğunuz sorumluluklarını yerine getiremiyorsa bilin ki her şeyi onun adına siz düşündüğünüz için bu yetiyi öğrenmemiş demektir. Onlarla bir toplantı yapın ve sorumluluklarının olduğunu bundan sonraki süreçte her şeyi hatırlatmayacağınızı söyleyin ve sorumluluklarını yerine getirmesini isteyin. Bu sayede çocuğunuza bir yol çizmiş ve rehberlik etmiş olursunuz.
-Çocuklara sürekli yönerge vermekten vazgeçin.
-Çocukların sınırını çizin ve o sınırlar içerisinde onları özgür bırakın.
-Kararlarınıza ortak edin, onun adına kararlar almaktan vazgeçin.
-Sürekli eleştirmeyin ve iyi taraflarını fark edip içtenlikle ona bildirin.
-Ve son olarak bu söylediğim şeyleri sürekli uygulayın, denedim olmadı gibi yanılsamalara kapılmayın.
 
Çocuğunuzda önce istemediğiniz davranışlar artış gösterecektir sonra ise normaline döndüğünü göreceksiniz.
 
Unutmayın çocuğunuza vereceğiniz en büyük armağan ona ‘sorumluluk’ duygusu kazandırmaktır.

0 yorum:

Psikoterapist MELTEM OK Facebook Sayfam

03:03 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

Psikoterapist MELTEM OK Facebook Sayfam...

0 yorum:

BORDERLİNE VE PYGMALION ETKİSİ

00:36 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

Efsaneye göre heykeltıraş Pygmalion yalnızdır ve mutsuzdur, kafasında canlandırdığı ideal kadın görüntüsüne benzer bir heykel yapar ve daha sonra ona âşık olur. Ona Galatea adını verir, onu giydirir ve süsler. Aşk tanrıçası Afrodit’ten ona can vermesini ister ve dileği kabul olur. Bu hikâyeden yola çıkarak, bir olayın gerçekleşmesinde inancın rol oynadığına inanılır ve bu duruma Pygmalion etkisi (beklenti etkisi) yani kendini gerçekleştiren kehanet adı verilir. Bu aynı zamanda, küçük çocuklara özgü “büyülü düşünce” olarak adlandırılan şeydir. Yani bir çocuk annesiyle güçlü bir şekilde özdeşleştiğinde onun gibi olur ve onun davranışlarını tekrarlar.
borderline personality disorder 2 What is Borderline Personality Disorder?
Bir nevi kendini Pygmalion yerine koyan borderline danışan kendine bilinçdışı olarak ideal bir erkek seçer, ona âşık olur, çünkü onu kendi fantezilerinde yaratmıştır ya da onu yaratacağına inanmaktadır. Pygmalion’un kendi eserini yontması gibi sevdiğine inandığı erkeği şekillendirmeye çalışır, onu hem kişisel hem mesleki düzeyde geliştirmek ister, kusurlarını görmez, iyi taraflarını abartır. Onu idealize eder. Peki, bunu neden yapar? Geçmişini tekrar etmek ve kendi tercih nesnesini şekillendirmek için… Dolayısıyla, bu erkeği olduğu gibi değil, olabileceği haliyle, onun ellerinde olabileceği haliyle ister ve öyle görür. Herhangi bir yanıyla kendinden üstün gördüğü bu erkeğin, kendisine ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemeye başlar. Beklenti etkisiyle başlangıçta gerçekliği olmayan bir ilişki başlar ve zamanla karşılıklı olarak beklenen davranışlar sergilenir ve gerçekte olmayan bir ilişki gerçekmiş gibi yaşanmaya başlar. Bu ilişkide her şey yolunda giderse değerli ve iyi olacaktır, yolunda gitmediğinde değersiz ve kötü… Bununla birlikte, bu ilişki ikili olarak kurulur ve esin perisi olan erkek ilk başta her şeye tamamen rıza gösterir, çünkü genellikle narsisistik yapıda olan bu erkek de bir anne figürüyle aynı bağı aramaktadır.
 
Borderline kadının en büyük korkusu kendisini terk eden ve ona değer vermeyen annesi gibi bir erkekle olmaktır. Aynı mitolojik Yunan kralı Oidipus'un en büyük korkusunun, kehanette olduğu gibi babasını öldürmek ve annesiyle evlenmek olması gibi, sonuçta borderline kadın için terk edilme ve değer görmeme kehaneti gerçekleşir. Yani borderline kadının aklına gelen başına gelir.
 
Borderline kişinin kendisine duyduğu güven sürekli olarak artıp azalabilir ve bu kendini gerçekleştiren kehanet haline gelir. Kişi ne kadar sevilirse, sevilme beklentisi o kadar yüksek olur ve bu şekilde sevilme, daha çok sevilme beklentisini izler. Sevildiğine ve değer gördüğüne inanan borderline kişi daha çok sevilmek için hareket eder. İki şekilde de inanç kendini doğrular hale gelir. Bu etki Wallenda faktörü olarak da bilinmektedir. Karl Wallenda adında bir ip cambazı senelerce başarılı gösteriler yaptıktan sonra ipten düşerek hayatını kaybetmiştir. Ölümünden sonra eşi tarafından yapılan açıklamaya göre Karl Wallenda'nın, düşmeden önceki üç ay boyunca tek düşüncesinin ipte yürümek yerine ipten düşmek olduğu ortaya çıkmıştır. Tüm enerjisini ipte yürümek yerine ipten düşmemek üzerine yoğunlaştırmıştır. Sonuç olarak, borderline kadın da bir zaman sonra sevilmemekten ve terk edilmekten çılgınca korkmaya başlar, terk edilmekten korktuğundan tüm düşüncesini, enerjisini aslında bu noktaya yoğunlaştırdığından ilişkisini sürdürmek her geçen gün zorlaşır ve zamanla imkânsız hale gelir.
 
“Yazgı çağırma…”, “Sakınan göze çöp batarmış!”, “Kırk gün deli dersen deli olur!”, “Ben sana demiştim!” türünden ifadelerin işaret ettiği kendini doğrulayan kehanet kavramı; “Bir durumun yanlış tanımlanması, yanlışı doğru hale getiren yeni bir davranışa yol açar…” saptamasını yapan Kolombiya Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Robert K. Metron tarafından geliştirilmiştir. Bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya beklenti, bu tanımlamayı doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmakta ve bu olayın sonucunu veya kişinin davranışını etkilemektedir. Diğer bir deyişle, uygun olmasa da herhangi bir beklenti oluştuğunda, kişiler beklentileri ile uyumlu hareket etmeye çalışmaktadırlar. Sonuçta, beklentiler gerçek olur. Sanki sihirli bir güç sayesinde beklenti doğrulanır. Örneğin, terk edilme korkusuyla birlikte olduğu erkeği aldatmakla suçlayan borderline kadın, onu suçlu diye nitelediği ve ona bu şekilde davrandığı için, suçlu olduğu beklentisine giren erkek zamanla içindeki suçlu davranışları ortaya çıkartmaya başlar. Böylece başlangıçta gerçekliği olmayan bir şey gerçekleşmiş olur. Ancak narsisistik yapıdaki erkekler için aldatmak ve tek eşliliğe dayanamamak nerdeyse genel bir kuraldır. Yani aslında borderline kadın sonunda kendini aldatacak olduğu için aslında bilinçdışı olarak o erkeği seçmiştir.
 
Günlük hayatta sürekli sevgilisine “Sen beni sevmiyorsun!” ya da “Biliyorum, bir gün beni terk edeceksin!” diyen borderline kadının sevgilisi gerçekte onu seviyor olsa da zamanla sevmez olur ya da onu terk eder. Yani bir atasözümüze göre de birine kırk kez deli denirse o kişi deli olabilir. Çünkü bilinçli veya bilinçsiz olarak kişiler karşısındakiler ile ilişkilerini beklentileri doğrultusunda yürütür ve davranışlarına beklentilerini açığa çıkaracak ipuçları yüklerler. Karşı taraftaki kişiler de, bu ipuçlarından faydalanarak davranışlarını beklentiler ile uyumlu hale getirerek gerçekliği algılama biçimlerine uygun davranmaya gayret gösterirler.
 
İnsanlar, algıları ile farklı davrandıkları takdirde ruhsal gerilim yaşarlar. Borderline kadın kendini yetersiz, değersiz ve terk edilmeye layık hissediyorsa, algılarında uyumsuzluğa neden olmamak için yetersiz davranacak, değersizliğiyle yüzleşecek, terk edilecek ve sonuçta, beklentisinin gerçekleştiğini görecektir. Çünkü geçmiş hep tekrar eder, oyuncular, zaman, mekân değişse de roller hep aynı kalır. Ayrıca inançlar, mevcut bilgiler ve hisler hayatta yapılan seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kişiler kendilerine güven kazanır ya da kaybederler.

0 yorum:

EVLİLİKLERDE HEYECANI CANLI TUTMANIN YOLLARI

00:25 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

Evliliğinizde yolunda gitmeyen bir şeyler mi var? Yoksa çabalarınızın artık sonuç vermediğini ve eşinizin sizi anlamadığını mı düşünüyorsunuz? Hemen pes etmeyin! Mutlu günleriniz eskide kalmadı. Sizi mutlu eden ve hayattan zevk almanızı sağlayan evliliğinizde yaşadığınız ilişkinin olduğunu asla unutmayın. Bu kadar zamandır eşinizle yaşadıklarınız, paylaştıklarınız ve biriktirdiğiniz güzel anılar, evliliğinizi kurtarmanız için çıkış noktanız olacak. Evliliklerdeki tutkunun ve romantizmin ilk günkü gibi taze kalabilmesi için nelere dikkat edilmeli ve neler yapılmalı bir bakalım
erkek-etkile_1
EVLİLİKTE YAPILMASI GEREKENLERİ ÖĞRENİN…
Her ne kadar flört ve nişanlılık dönemini yaşamış olsanız da, evlendikten sonra yaşanan geçimsizlikler ya da anlaşmazlıklar mutluluğunuzu sekteye uğratmış olabilir. Eğer evliliğinizin istikrarlı bir şekilde gitmesini ve mutlu olmayı istiyorsanız, mutluluk için yapılması gerekenlerin olduğunu unutmamalısınız…
 
DEĞER VERDİĞİNİZİ GÖSTERİN!
İşe ilk olarak, eşinize değer verdiğinizi göstererek başlayın. Bunu gösterebilmek için çok büyük şeyler yapmanıza gerek yok. Hiç beklenmedik bir anda eşinizin yanağına konduracağınız bir öpücük, sıcak bir bakış ya da “Seni özledim!”, “Seni düşünüyorum!” demek, yeterli olacaktır. Her insan gibi eşinizin de takdir edilmekten hoşlanacağını unutmayın. Onu takdir edebilmek için nelere değer verdiğine dikkat etmelisiniz. Bunun yaparken, “Bu gün çok güzelsin”, “Bu kıyafet sana çok yakışmış.” ya da “Sana ihtiyacım var.”, “Bu konuda haklısın.”, “Teşekkür ederim.” ve “Özür dilerim.” gibi cümleleri kullanmayı ihmal etmemelisiniz çünkü “Güzel söz yılanı bile deliğinden çıkarır”.  Bu nedenle, evliliğinizi mahvedecek olanKeşke!”, “Ben sana söylemiştim!”, “Sen zaten hep böylesin!”, “Bırak, ben yaparım!”, “Bugün canım istemiyor!” gibi cümleleri bir an önce hayatınızdan çıkarmalısınız. Eşinize değer verdiğinizi, ona karşı dürüst olarak, mutluluğunuzu ya da üzüntünüzü paylaşarak, arkadaşlarıyla arkadaş olarak, hobilerine saygı göstererek, onun için kendinizi geliştirerek, kendinizden çok fazla ödün vermeden, oluru olan konularda, fedakârlık yaparak ve kendinize bakarak gösterebilirsiniz. Bunun yanında, zihninizi okumasını beklememeli, genelleme ya da kıyaslama yapmamalı, mükemmeliyetçi olmamalı, aynı anda öfkelenmemeli, aceleci olmamalı ve sorgulamamalısınız.
 
İLETİŞİMİNİZİ GÜÇLENDİRİN VE KENDİNİZİ VAZGEÇİLMEZ KILIN!
Evlilik, farklı aile yaşantılarından ve kültürlerden gelen iki insanın aynı mekânı ve zamanı artık birlikte paylaşmaya başlamasıyla oluşan sosyal bir kadın ve erkek ilişkisidir. Bu nedenle, iletişim eksikliğinden kaynaklanan ufak tefek problemlerin yaşanması olağandır. Bu problemlerin büyüyüp, çiftin ve ilişkinin yıpranmasına olanak vermemek için birbirinizle konuşmayı ihmal etmemeniz gerekir. Her akşam TV’yi açmadan önce ya da her gece yatağınıza geçince 10-15 dakika gününüzün nasıl geçtiğini anlatabilirsiniz. Bu iletişim, göz ve dokunma temasını güçlendirecektir.  İletişim içinde bulunurken iyi bir dinleyici olmaya özen gösterin, olumsuz eleştiriden kaçının, nasihat vermek ve “Sen hep zaten geç kalırsın!” şeklinde suçlamak yerine; “Senin geç kalman beni çok üzüyor!” cümlesinde olduğu gibi ben dilini kullanmayı ve eşinize dokunmayı asla ihmal etmeyin. Dokunmak, sıcak temasın bir göstergesi olduğu için iletişimi güçlendirecektir.
 
BAŞ BAŞA VAKİT GEÇİRİN…
Bunların dışında, eşinizle birlikte her gün en azından bir öğün yemek yemeli, her hafta baş başa kalabilecek bir şekilde bir yerlere gitmelisiniz. Baş başa içeceğiniz bir kahve esnasında yapacağınız sohbetler ya da uzun yürüyüşler evliliğinizi canlandırmak için birebirdir. Elbette ki, hala makyajınızı yapıyor, kuaföre gidiyor ya da yeni giysiler alıyorsunuzdur. Fakat ara sıra yapacağınız değişiklikler örneğin, saç şeklinizi ya da rengini değiştirmek, tırnaklarınızı uzatmak ya da eşiniz için giyinmek, eşinizin gözünde vazgeçilmez olmanızı sağlayacak önemli etkenlerden bir kaçı olduğunu unutmayın. Her erkek eşinin kendisi için bir şeyler yapmasını bekler ve bundan çok keyif duyar. Bu erkekler içinde böyledir. Yapacağınız sakal değişikliği bile eşinizi baştan çıkarmaya yetecektir. Bunları yaparken “Senin için yaptım!” demeyi de asla unutmayın. İnanın bu çabaya değecek!
 
CİNSEL HAYATINIZA ÖZEN GÖSTERİN…
Son olarak, seks hayatınızı canlandırıcı birkaç küçük püf noktaya özen göstermelisiniz. Günlük hayat gibi yatak odası da bir süre sonra monotonlaşmaktadır. Evliliğinizin gidişatını değiştirmek, iletişimi güçlendirmek ve kendinizi vazgeçilmez kılmak için cinsel yaşamınıza özen göstermeli, ön sevişmelerinizdeki dokunmaları çoğaltmalı, oral sekse yer vermeli, fantezilerinizi açıkça ifade etmeli, birlikte duş almalı, birbirinize masaj yapmalı, müzik ya da mumlarla yatak odanızın havasını değiştirmelisiniz. İnanın, eşiniz size yeniden âşık olacak…

0 yorum:

EVLİLİK VE İLİŞKİ TERAPİSİ

00:10 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

Evlilik terapisi; birbiriyle çatışmada olan iki insanın etkileşimini değiştirmek için düzenlenmiş bir psikoterapi biçimidir. Evlilik terapisi, karı ve koca arasındaki sorunlar üzerinde yoğunlaşan bir terapi yaklaşımıdır. Evlilik terapistleri, çeşitli taktikler kullanarak eşlerin adil bir şekilde duyarlı oldukları konuları tartışabilmelerini, kendilerini anlamalarını, yeni ilişki ve etkileşim becerileri kazanmalarını ve sorunları konusunda bir içgörü kazanmaları sağlayabilmeleri konusunda onlara yardım eder. Terapide genel amaç, eşler arasındaki çatışmaları azaltmak, çözmek ve aynı zamanda eşler arasında var olan etkileşim sisteminin dengesini değiştirmeye çalışmaktır.

Evlilik ve aile terapilerinde kullanılan teknikler arasında büyük bir benzerlik vardır. Teknikler arasındaki en önemli farklılık ise evlilik terapisinde, karı-koca olmak üzere iki kişi hedef alındığı halde, aile terapisinde kullanılan tekniklerin eşler, çocuklar ve diğerlerinin oluşturduğu ikiden daha çok kişiyi kapsayan bir etkileşim sistemini hedef alarak düzenlenmiş olmasıdır. Evlilik terapisi, konu açısından özel bir ailesel çatışmanın tartışılması nedeniyle aile terapisine göre daha sınırlıdır.
 
Evlilik terapisi, evliliği kurtarma terapisi değildir. Evlilik terapisi; evlilikte neyin iyi gitmediğinin anlaşıldığı, ne yapılırsa iyi gidebileceğinin ortak çabasının gösterildiği veya gösterilmediği, bundan sonra da yolun beraber mi yoksa ayrı mı gidileceği konusunda bir kararın netleştiği bir süreçtir. Evlilik terapisi, o zamana kadar konuşulmayanların konuşulduğu bir süreçtir. Evlilik terapisi, çiftleri ve bireyleri etkileyen ilişki içindeki farklı ve zor konuları fark edip, düşünebilmelerinde yardımcı olur.
 
Bağlılık, kıskançlık, öfke kontrol bozukluğu, güvensizlik, evlilik dışı ilişkiler, cinsel sorunlar, boşanma ve ayrılıklar, zayıf iletişim, aile içi kötü muamele vb. nedenlerin tümü, çiftler ya da bireyler için tartışma konusu olabilir. Çiftler bu tür bir sorunla başa çıkamadıklarında, nitelikli bir evlilik terapistinden yardım istemelidir.
 
Evlilik ve çift terapisinin felsefesi nedir?
İlişkiler hayatın ayrılmaz birer parçasıdır. Çiftlerin birbirini tanımaları kadar diğerleri hakkında bir şeyler öğrenmeleri de önemlidir. Tatmin edici bir yakın ilişki çiftler için fiziksel, zihinsel ve duygusal sağlık için oldukça faydalıdır. Yapılan evlilik terapisiyle çift ya da bireylerin neden ilişkilerine zarar verici şekilde davrandıklarını keşfetmeleri sağlanabilir. Bu süreçte gelişmek, geliştirmek ve çiftlerin yaşadığı en önemli ilişkilerden yararlanmak gerekir.
 
Evlilik ve çift terapisi nasıl çalışır?
Evlilik terapisi, terapistin çiftin deneyimlerini dinlemesini ve çiftin terapistin yardımıyla sahip oldukları duygu, eylem ve geçmiş olaylar arasındaki bağlantıları keşfetmelerini içerir. Evlilik terapisi, çiftin kendilerini ve ilişkilerini daha iyi anlamalarına yardım etmeyi amaçlar. Evlilik terapistlerinin farklı yaklaşımlar ve çalışma sitilleri vardır.
 
İlk görüşme veya danışma
Genellikle en zor ilk adım iletişim kurmaktır. Çiftler ve terapist arasındaki ilişki son derece önemlidir. Sürecin ilk adımında çiftin ihtiyaçları tartışılır. Bu ilk görüşme randevusu, çiftin endişelerini daha ayrıntılı bir şekilde tartışabilmek adına onlar için önemli bir fırsattır. Belirli bir terapistle çalışmak için karar vermeden önce, çiftin birden fazla terapisti görmesi, karar vermeleri açısından uygun olabilir.
 
Değerlendirme görüşmeleri
İlk seanslar değerlendirme oturumları şeklinde olacaktır. 5 görüşmeden oluşan bu seansların her biri 45 dakika sürer. İkisi erkekle, ikisi kadınla, beşincisi ise çiftle birlikte yapılır. Endişeler tartışılır, geleceğe dair birlikte nasıl bir çalışma yapılması gerektiği ve faydaları konuşulur. Bu karşılaşma, terapist ve çift için iyi bir fırsattır.
 
Düzenli seanslar
Düzenli seansların amacı aynı gün aynı saatte haftada bir ya da iki kez olmasıdır. Seanslar 45 dakika sürer. Danışanlar bireysel olarak ya da çifti ilgilendiren konuları tartışıp keşfedebilmek adına birlikte davet edilir. Bu seanslar, yargılayıcı olmayan ve rahatlatıcı bir ortamda gerçekleştirilir.
 
Ne kadar sürer?
Genellikle ilişkinin zorluk derecesine göre kişilerin yardım istemesi ve evlilik terapisine başlaması uzun zaman alır. Bu, kişisel sorunların ya da dışlanmanın bir sonucu olabilir. Terapinin seyrini zor durumlar ya da ani değişiklikler değiştirebilmektedir. Sonuç olarak, bazı kişiler terapiye haftada birkaç kez gelirken bazıları ise aylarca gelebilir. Başlangıçta, genellikle açık uçlu bir süreç olur fakat bazen de seansların sabit süreleri olmaktadır. Tedavisi uzun süren çiftlerde, ihtiyaç duydukları için terapiye devam edilmektedir. Tedavinin sona ermesi de genellikle üzerinde konuşulmuş ve planlanmış bir sonuçtur.
 
Nasıl çalışılır?
Özellikle çiftlerle terapi yapma konusunda eğitim almış bir evlilik terapisti, ilişkide hangi konuda ve neden zorluklar çıktığına dair çiftin konuları anlamasına yönelik bir çalışma yapar. Bu nedenler, geçmiş deneyimlerle ilgili olabilir. Düşünme ve bu deneyimleri daha iyi anlayabilme süreci sayesinde çiftler, daha doyurucu bir iletişim ve empati kurabilme becerisi kazanır.
 
Evlilik terapisinin faydaları nelerdir?
İlişkiler potansiyel anlamda tatmin edici ya da çok tatmin edici olabilir. Evlilik terapistleri fiziksel ferahlık yaratmak, zihinsel gelişim sağlamak ve değişim için güvenli bir ortam sağlar. Ancak, bir ilişkinin olumlu etkisinin birçok sebebi olduğu da unutulmamalıdır. Güç mücadelesi, kıskançlık, gebelik ve doğum, dışlanma, stres, yaşam reaksiyonları, cinsel sorunlar da başarılı bir ortak çalışmaya engel teşkil edebilir.
 
Neden evlilik terapisi istenir?
İlişkiler her gün değişik şekillerde kendini gösterebilir. Herkes kendi ilişkisini ve ilişkisinin nasıl geliştiği hakkında bilgi edinmek isteyebilir. Evlilik terapisi evli çiftlere, evli olmayıp birlikte yaşayan çiftlere faydalı olabilir. Ayrılmış ya da boşanmış çiftler de, çıkabilecek zorluklar ve karmaşık duyguları keşfetmek adına danışmanlık isteyebilmektedir. Bu çiftin iletişimi korumak ya da yeni bir ilişkinin müzakeresini yapmak adına evlilik terapistleri yardımcı olabilir. Ortada bir çocuk olduğunda bu konuşmayı yapmak daha da önemli olabilir. Birçok çift samimi, destekleyici ve tatmin edici bir ilişki yaşamak ister. Evlilik terapisti genellikle bir kriz anında ya da umutsuzlukta aranmaktadır. Aslında normal bir ilişki gidişatı içinde, her hangi bir noktada, evlilik terapistinden yardım alınabilir. Eşle ya da partnerle konuşabilmek ya da bazı şeyleri düşünebilmek adına terapiye zaman ayırmak yaygın olarak görünen bir durumdur. Evlilik terapisi, daha mutlu ve olumlu bir çözüm için uygun olan bir adımdır.

0 yorum:

RUHUNUZA VE BEDENİNİZE İYİ BAKIN

23:49 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

Ruhu ısıtan ve insana pozitif enerji yükleyerek yüzünü güldüren güneş ışınlarının yokluğu nedeniyle, insanlar da mevsimsel depresiflik belirmeye başladı bile. Kış mevsiminde günlerin kısalması, güneş ışınlarının azalması ve insanların zorunlu olarak kapalı ortamlarda kalması insan psikolojisi üzerinde negatif etki bırakıyor. Özellikle kadınları etkisi altına alan kış depresyonu sonucu dinlenemeyen, uykusunu alamayan, kendini karamsar hisseden kadınların cinsel isteği zamanla azalabiliyor.
DEPRESYON VE CİNSEL İSTEKSİZLİK BİRBİRİNİ TETİKLİYOR…
Kış depresyonu ile birlikte gelişen cinsel istek azalması uyarılma ve orgazm sorunlarını da beraberinde getirebiliyor. Kadın partneriyle cinsel birleşme yaşasa bile zevk alamamaktan şikâyet edebiliyor. Bu durumda kadın, kendi yetersizliğinden kaynaklanan bir problem olduğu düşüncesiyle daha çok depresyona giriyor. Dolayısıyla, depresyon cinsel sorunlara yol açabilirken, cinsel sorunlarda kadının içinde bulunduğu depresif hali ağırlaştırabiliyor. Kış ayının verdiği karamsarlık nedeniyle mutsuz olan kadın, daha önce var olmayan cinsel sorunların ortaya çıkması nedeniyle cinsel hayatının sona erdiğini düşünerek depresyonu çok daha ağır derecede geçirebiliyor. Bu tür vakalarda cinsel isteksizlik nedeniyle başaramama korkusu yani performans anksiyetesi yaşayan kadın, depresyon tedavi edilmesine rağmen cinsel işlev bozukluğu yaşamaya devam edebiliyor.
 
KIŞ DEPRESYONU BULAŞICIDIR!
Yapılan araştırmalar sonucunda, özellikle ailelerde ve birlikte yaşayan çiftlerde depresyonun bulaşıcı olma olasılığının çok daha fazla olduğu tespit edildi. Eşlerden birinin kış depresyonuna yakalanması gerek iletişim yönünden gerekse cinsel yaşamda gelişen aksaklıklardan dolayı tüm aileyi etkileyebiliyor. Bu durumda partnerin sabırlı, anlayışlı ve yönlendirici olması gerekiyor. Eşine yardım eden erkek ona verdiği cesaretle partnerini ciddi sonuçlar oluşturabilecek bir durumdan kurtarabilir. Kış depresyonuna yakalanan kişinin, özellikle kadın partnerin, duygusal olarak aileden ve cinsellikten uzaklaşmasını engelleyebilmek için erkeğe büyük bir görevler düşüyor. Erkek partnerine ne kadar ilgili, alakalı ve anlayışlı davranırsa kış depresyonu illeti o kadar kolay bitiyor. Bunun dışında olabildiğince güneşe çıkılmalı, kişi yüzünü ve sırtını sıcağa ve güneşe vermeli, rahatlamak için doğal yağlarla vücuduna masaj yapmalı, bol bol temiz hava almalı, spor yapılmalı, arkadaşlarıyla ya da partneriyle moral verici aktiviteler yapmalı, hafif müzik dinlenmeli, bol bol gülmeli, protein ve omega-3 içerikli besinler alınmalıdır. Kış depresyonu ile baş edebilmek adına alınan ilaçlar duygusal etkileşimin ve cinsel yaşamın bir numaralı düşmanıdır. Bu nedenle hekim tavsiyesi olmadan depresyon ilaçları kullanılmamalıdır. Ayrıca günümüzde depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların pek çoğu yan etki olarak cinsel isteksizliğe ve cinsel fonksiyon bozukluklarına yol açmaktadır. Erkeklerde sertleşme probleminin nedenleri arasında en başta gelen depresyon ilaçları erkek ve kadında cinsel istekte azalma, orgazm yoğunluğunda düşme ve duygusal çakışmalara neden olmaktadır. Size önerdiklerimizin haricinde depresyonla başa çıkmanın en hızlı ve kolay yolu bir terapistten yardım almaktır.

0 yorum:

MUTLU VE UZUN EVLİLİKLERİN SIRRI

23:45 Uzm. Klinik Psikolog/Psikoterapist MELTEM OK 0 Yorumlar

Günümüzde aile içi huzursuzluklar ve boşanmalar giderek artıyor. Peki, evlilikler neden yıkılıyor? Ekonomik sıkıntılardan mı? İletişim sorunlarından mı? Kıskançlıktan mı? Yoksa sadakatsizlikten mi? Bunların hepsi ve daha fazlası birer nedendir aslında. Gerçek sebep ise sevgi, saygı ve güven bağlarının zayıflamasına yol açan evliliğin 10 şartının yerine getirilmemesidir. İslam’ın ve imanın şartları olduğu gibi evliliğin de şartları var. Ancak bu şartlar yerine geldiğinde sağlıklı ve mutlu bir evlilik yürütülebiliyor. Evliliğin şartları yerine getirildiğinde yaşanan sorunlar deveyken, pire olarak görülür, getirilmediğinde pireler deve yapılır. İşte uzun ömürlü ve sevgi dolu bir evliliğin 10 şartı:
1-Baş başa, el ele ve göz göze sohbet etmek
Çift kafasını karıştıran, kendilerini üzen konuları, ihtiyaçlarını, isteklerini, duygularını ve sınırlarını dürüstçe ve açık olarak ifade etmeli, doğruları ilişkilerini zedelemeyecek biçimde söylemeye dikkat etmelidir. Konuşurken göz teması sürdürülmeli, dinlerken başka bir şeyle meşgul olunmamalı, duyguların açığa çıkmasına özen gösterilmeli, vücut dili gözlemlenmeli ve konuşanın sözü kesilmemelidir. Nitelikli sohbet yalnızca anlayarak dinlemeyi değil, aynı zamanda kendini açıklamayı da gerektirir.
 
2-Birlikte vakit geçirmek
Birlikte vakit geçirmek, çiftin ilgi duyduğu her şeyi kapsayabilir. Esas olan çiftin odaklanmış ilgiyle birbirine bütün dikkatini vermesi, birlikte kaliteli ve nitelikli vakit geçirmesidir. Amaç birlikte bir şey yaşamak, bu yaşantıyı tamamlamak ve gelecekte yararlanılacak bir hatıra bankası oluşturmaktır. Bu banka sevginin sembolü ve sesi olacaktır.
 
3-Sevişmek
Evlilik; yakınlık, cinsellik ve sevgi için duyulan gereksinimleri karşılamak üzere tasarlanmıştır. Cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır. Çünkü sevişmek, dokunmak ve fiziksel temas, sevgiyi iletme yollarından biridir. Hatta bazı çiftler sevişme ve temas olmadan sevildiklerini hissetmezler.
 
4-Birlikte yatmak ve birlikte banyo yapmak
Çiftin hem duygusal hem de bedensel olarak yakın olmalarının yolu birlikte yatmalarından ve birlikte banyo yapmalarından geçer. Bu durum aynı zamanda çok kadim bir evlilik kuralıdır. Ancak “Sen yat, ben birazdan gelirim!” sözü son yıllarda çiftler arasında sıkça kullanılmaya başlandı. Bu durum da boşanmaların artmasına yol açıyor.
 
5-Armağan vermek
Her kültürde armağan vermek, sevginin ifade edilmesi ve evlilik sürecinin bir parçasıdır. Çünkü armağan kişinin kendisini hatırlama düşüncesinin bir sembolüdür. Birisine armağan vermek için onu düşünüyor olmak gerekir. Armağanın maddi değeri veya para ile alınıp alınmadığı çok önemli değildir, önemli olan armağanı fiilen alma ve onu bir sevgi ifadesi olarak sunmaktır.
 
6-Hizmet etmek
Çift birbirinin sevdiği ve hoşlandığı şeyleri yapmalı, birbirine hizmet ederek memnun etmeye, birbirleri için bir şeyler yaparak sevgilerini ifade etmeye çabalamalıdır.
 
7-Suçlamak yerine istemek
Arzuların ve isteklerin suçlamadan ifade edilmesi çok önemlidir. Arzular ve istekler suçlamalarla talepler olarak algılandığında yakınlık olasılığını azaltır ve çift birbirinden uzaklaşır, fakat ricalar şeklinde belirtildiğinde iletişimin çok daha rahat kurulur. Ricalar sevgiye yön verir ama talepler sevgi akışını engeller. Suçlamalar, talepler ve eleştiriler, sevgi için yalvarmanın etkisiz bir yoludur. Bu nedenle çift suçlamalara tekiyle karşılık vermek yerine, daha yapıcı bir şekilde yaklaşmalı ve her suçlamanın ardında gizli olarak yatan isteği, ricayı ve temenniyi duymalıdır.
 
8-Takdir etmek, övmek ve onaylamak
Çiftin birbirini olduğu gibi kabul etmesi için takdir etmesi, onaylaması ve övmesi gerekir. Böyle çift duygusal ihtiyaçlarını karşılamış olur. Çünkü sevgiyi duygusal olarak ifade etmenin yolu, onu oluşturacak sözleri kullanmaktan geçer. Sözlü iltifatlar veya takdir sözleri sevgiyi güçlü bir şekilde iletir. Sevginin hedeflerinden biri, istenilen bir şeyi elde etmek değil, sevilen kişinin mutluluğu ve huzuru için bir şeyler yapmaktır. Çünkü kişinin mutluluğu partnerinin mutluluğundan geçer. Sözel iltifatlarda bulunmak partneri onaylamanın yalnızca bir yoludur. Çiftin kendilerini güvensiz hissettiği alanlardaki gizli potansiyeli cesaret verici sözlerle harekete geçebilir. Çiftin sahip olduğu ilgi alanlarını geliştirmesi için cesaret verici sözlere ihtiyacı olabilir. Sevgi sevecendir, sevecen sözlerin kullanılması gerekir. Yüksek tonda ve sert bir sesle ifade edilen sözler sevgiyi değil, bir suçlama, yargılama ve kınama ifadesini yansıtır.
 
9-Aile büyüklerine saygı göstermek
Çiftin aile büyüklerine ve diğer akrabalara saygı göstermesi evliliğin bir şartı olduğu kadar, örf ve geleneklerin de bir gereğidir. Akraba ilişkilerinde samimiyet, güvenilirlilik, tevazu, sadelik, nezaket, sevgi ve saygı esastır. Aile büyüklerinin güvenini kazanmak, onlara saygı duymak ve dürüst olmak, güzel ahlakın bir özelliğidir. Birbirine ve aile büyüklerine güvenmeyen ve saygı duymayan bir çiftin geleceğinden emin olunamaz. Saygı ve güven duygusu evlilik hayatında tuğlaları birbirine kenetleyen harç gibidir. Harç olmazsa duvar her an yıkılabilir, saygı ve güven duygusu olmayan evliliklerde birlik ve beraberlikten, huzur ve mutluluktan söz edilemez. İnsan sevgi, saygı ve merhamet duyguları sayesinde mutlu olabilir. Bu duyguların olmadığı yerde hüzün ve keder vardır.
 
10-Ahde vefa
Sevgiyi sürdürme ve sevgi bağlılığı anlamına gelen vefa; sözünü yerine getirme, sözünde durma, sevgi, dostluk ve bağlılıkta kararlılık anlamlarına gelir. Yani vefa göstermek, çiftin birbirine verdiği sözlere sadık kalmasıdır. Bu açıdan bakıldığında vefa; tam, mükemmel, içten, sağlam ve sarsılmaz kalp bağlılığıdır. Atalarımız “Önce can, sonra canan!” demişlerdir. Burada can, eştir, canan ise diğerleridir. Çift önceliği birbirine vermeli, bu konuda bencil olmalı, cana kıymet vermeli ve kaybedilmesi göze alınamaz olarak görmelidir. Bu bakımdan büyük fedakârlık gerektirecek konularda önce partnerini, sonra diğer sevdiklerini ve yakınlarını düşünmelidir. Başkalarına gösterilen nezaket, ilgi, saygı ve hürmet eşten esirgenmemelidir. Sadık ve vefalı çift başlarına her ne gelirse gelsin, hep aşkla “BİZ” der. Nikâh memurları; “İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta birbirinizi seveceğinize, koruyacağınıza söz veriyor musunuz?” diye sorar ve çift de sıra ile Evet! der. Ahde vefa, verilen sözde durmak, yapılan anlaşmaya sadık kalmaktır.

0 yorum: